"yaralarım aşktandır"
Füruğ

31 Ocak 2012 Salı

sonra bir şey oldu...


Vahşi Değil Hür
babam kapkaççılar çalmasın diye iç cebine dikmişti beni
kim çıkarıp "hep aynı gün" isimli konserve kutusuna koydu
gözlerimdeki siren seslerini hangi ilaç tedavi etti
halbuki ben otuzumdan önce
dünyanın üzerine sprey boyayla "isyan" yazacaktım
babam şahittir, yerçekimini ayaklarımdan kazımıştım
babam şahittir, paraşütle bir şiirin içine atlayıp
sustalıyla girişmiştim kelimelere
sonra bir şey oldu
kırışık giderici kremleri hayatıma sürüp
dümdüz bir yaşamı sımsıkı giydirdiler
ehliyet kemerleriyle boğmaya çalıştılar beni
bağırdım
ocağın altını kısar gibi sesime dokundular
bağırdım
dudaklarımdan küfürleri kerpetenle çektiler
işkence izlerime bak: taksitler ve krem rengi koltuk takımı
savaşta bir erin yazdığı mektubu
öğrencilerine kötü gramer örneği olarak okutan öğretmenle
aynı artık fikirlerim
halbuki babam şahittir
eskiden bir dikişte hürriyettim

AYŞE SEVİM

(Hece, Ekim, 178)

28 Ocak 2012 Cumartesi

Kuyudan çıksın artık yusuf, ağlamak sevinçten olsun..




bir arasta sedirinde uyuyup
kalan mahmur çocuklar için
koçaklama

Bunu bir daha okuyalım bu tarihi incitip duran yangını
Bu söze kulak verelim bu taşı gediğine koyan hünere
Sokaklarımız şaşırtıyor emperyalizmi duamızı koruyalım
Onlara bu iyiliği bir daha yapalım tekmeleyip kıçlarını
Tekmeleyip kovalım bir ateş yakalım ortasında afrika'nın
Dünyayı ısıtalım sokakta kalan çocukları coplanan kızları
Bir namaz kılalım sonra omuzlarımız çürüsün kardeşlikten
Okuduğumuz kitaptan bir devrim yürüsün ezilen her yere
Bak ne hâle gelmiş biz yokken dünyanın en güzel arabistanı
Bin yıldır üşüyen bu evi hatice'yi anıp bir güzel onaralım

Biri sağır sultana haber versin biri ak sesli bilal'i bulsun
Biri bütün ışıkları yaksın, biri koşup çevirsin gidenleri
- Hey Malcolm selamı var dostların naber kızım ortadoğu
Biri ebuzer'in üstünü örtsün dicle'nin omzuna dokunsun
İşte böyle merhamet adlı çınarın altında oynasın çocuklar
Kuyudan çıksın artık yusuf, ağlamak sevinçten olsun
Anasını alıp gelsin içi ellenen kahvelere tıkılan ergenler
Çekip bir kenara benzetelim tribünlere bıyık buran hakemi
Biri tanklara çıkıp dünyanın kulağına içli bir kunut okusun
Okuyalım: "Allahümme iyyâke na'büdü ve leke nüsallî..."

Bir namaz kılalım önce omuzlarımız çürüsün kardeşlikten
Koşup sonra biri gözünü kırpmadan yaksın tüm gemileri
(Tasfiye, Temmuz, 32)

Ali Emre

19 Ocak 2012 Perşembe

Cahit Koytak: Hepimiz Hrant’ız’ bence ne demektir?



 Sevgili eşine yazdığı o, yürekleri dağlayan mektubuyla bu şiire esin veren Rakel Dink Hanımefendi’ye…

seni tanımıyordum, Hrant,
yeterince tanımıyordum, evet,
fakat gördükten sonra o gün
küskün bir çocuk gibi orada,
kaldırımda,
yüzükoyun uzanmış, öyle büyük,
destansı,
öylesine tıpatıp kendine, özgürlüğe,
hak edilmiş onura benzeyen bir
erinçle
uyurkenki resmini,



hani, yalnız kendine değil, hayır,
ölecekse, ölümü, iyi, güzel ve doğru
bir şeyler uğruna olsun isteyecek
herkese,
yani her ölümlüye benzeyen
güzellikte…
ve kuşkusuz, en çok da, mahallenin
bıçkınlarıyla, efeleriyle
baş edemediği için
hırsından gizli gizli ağlayan,
kendi yüreğini kemiren,
gün günden budandığını,
yontulduğunu
ve lokma lokma yutulduğunu
hisseden
mahallenin sessiz çocuklarına
güç veren dirilikte uyurkenki resmini
gördükten sonra o gün,

artık diyorum ki, kendime:
vursalardı beni de, Hrant gibi,
ben şahsen, zaptiyenin
örtbas muşambasıyla değil, hayır,
Agos gazetesiyle
örtsünler isterdim cesedimi;

Agos gazetesiyle örtsünler, ne fark
eder,
yalnızca, senin gibi, perçemim,
potinlerim,
bir de - biraz iş çıksın diye
yoksul şairciklere,
çömez muhabirlere -
benim de potinlerimdeki
iki romanesk delik
görünecek biçimde…

ki, böylece, resmin geri kalan kısmını
güvercinler doldursun!
senin o, İsa Peygamber’inkini andıran
yakışıklı alnını
kanatıncaya kadar duvara vura vura
sonunda kalbimizde açmayı
başardığın
mucizevi gedikten
gökyüzüne saçılan güvercinler...

hani şu, sen susunca, senin o
koskocaman,
o, Tanrının eliyle okşanmışçasına
sıcak
olduğu anlaşılan yüreğinin sesini,
‘sessizliğin sesi’ni, sonsuzluğun sesini
açıkça işitilir kılan,
daha gür, daha beyaz,
daha cesur kanat vuruşlarıyla
gökleri çatırdatan
‘tedirgin güvercinler’...

seni tanımıyordum, fazlaca
tanımıyordum, fakat
vursalardı beni de, Hrant Dink,
senin gibi,
her şeyi göze alıp, cenaze namazımı
Tanrı’nın ‘Meryem Ana’ evinde
o evin avlusunda
kılsınlar isterdim, ‘bizimkiler’!
kılsınlar, ne fark eder?
kılsınlar ki, böylece, Tanrı’yı
bir mülk gibi
çitlerle çevirmeye kalkışan ferisiler
bütün mülklerin, mabetlerin
O’na ait olduğunu bilsinler!

seni tanımıyordum evet,
tanımıyordum, fakat
seni, öyle haksız, öyle mızıkçılıkla
oyundan çıkarılmış bir çocuk
gibi gördükten sonra, dostum,
büyük kalkış gününde
aynı oyuna çağırılan iki kafadar gibi
kalkıp da koşabilmek için
sana komşu mezardan,
belki daha cesur, daha kanatlı şeyler,
delice mizansenler hayal etmeli
ve diyebilmeliyim ki,

vursalardı beni de, senin gibi,
bu yaşlı şakağımdan,
benim de, o güvey uykusunun
tadından,
o gençlik, güzellik uykusunun
tadından
adını, kimliğini unutan cesedimi
bir ‘karambol’ eseri
Balıklı Mezarlığı’na defnetsinler
isterdim;
üstümü de, meselâ, Lavtacı
Nazaret’in,
Hamparsum’un, Nikolaki Ağa’nın
iyi cins bir vatan toprağı gibi demli
ve bir rast semai gibi ağır, kederli
‘ermeni’ toprağıyla örtsünler!
evet, evet örtsünler, ne fark eder?

örtsünler ki, böylece, efeliğin şanını,
kanın ve kanla karılmış gücün
verdiği sarhoşluğu burada
kurtlara, çakallara, şahinlere bırakıp
büyük göç katarına katılmasını bilen,
yani senin gibi, Hrant Dink,
şakaklarında ve potinlerinde delik,
ama boyunlarında
ne haç, ne ay yıldız,
ne süleymanın mührü,
simurgunu arayan bütün kanatlıların,
bütün ‘tedirgin’ sakaların,
bülbüllerin, çayırkuşlarının
ve güvercinlerin
orada, ‘eskilerin’ sözüyle,
‘sınıfsız ve devletsiz’,
çitsiz ve çepersiz çayırlarında,
ebediyetin,
kendi soylarına soplarına boş verip,
sabah akşam yalnızca
Tanrının adını yücelttiklerini
öğrensin zeolotlar!

ve simurgun gökçe diriliğini,
gökçe doğurganlığını,
ölülere yaşama, taşlara kanatlanma
tadını veren bir neşide olarak
eklediklerini
sabah akşam ötüşlerine…

CAHİT KOYTAK, 26 Ocak 2007
“YOKSULLARIN VE ŞAİRLERİN KİTABI’



Agos
Hrant'ın Ardından Sayi:567-09 Şubat 2007


www.karakutu.com sitesinden alıntılanmıştır.

12 Ocak 2012 Perşembe

Sular gibi çağla, ummân bulunur...

Eğerçi başında aklın var ise 
Hak yoluna bezl et malın var ise 
Geceler subha dek, derdin var ise 
Bülbül gibi zâr et, gülşan bulunur
 

Eğer girer isen Hakk’ın yoluna 
Âşık isen bakma sağ u soluna 
Devlet kuşu şâyet konar koluna 
Kulluğa bel bağla, sultân bulunur
 

Takagör başına melâmet tâcı 
Kâbe’ye varmadan denilmez hacı 
Olmak ister isen gürûh-u nâci 
Her derde sabreyle, dermân bulunur
 

Su gibi meyledip her yana akma
Pervâne ver cânın odlara yakma
Aşkın gevherini deryâya atma
Var Âdem’den iste, ol kân bulunur
 

Hakk’a tâlip isen hizmet et pîre 
Hâk eyle yüzünü süregör yere 
İkiyi terk eden erişir bire 
Cânından geçince cânân bulunur
 

Dinle gel cân ile Sırrı’nın sözün 
Altın gibi kal ol, pâk eyle özün 
Düş gam vâdisine, sür yere yüzün 
Sular gibi çağla, ummân bulunur
                                    SIRRI 


bezl etmek:esirgemeden vermek
güruh-u naci:kurtulanlar,necat bulanlar
kân:Bir şeyin menbaı

9 Ocak 2012 Pazartesi

evlad-ı kerbelayız biz susmayız zalime...

BİLE BİLE ÇÖLE ÖLE 

evlere ve şehirlere
kapısından girenlere…
 
ey çoğunluk,
azalın!
azalın siz çoğaldıkça
muaviyeleşiyorsunuz
birlik
putunuz olmuş
merhametten çok cezayı konuşuyorsunuz
daha kendi fethiniz tamamlanmadan
atlara bindirilmiş gövdeleriniz
biz kendi kalbimizi etmişiz işgal
toprakla son demde haşrediliriz
insan korktuğunu sevemez zaten
sevdiğinden korkar kaybetmemeye…
ali kim deyince ‘dördüncü halife’
‘hazreti’ dersiniz muaviyeye
ilmin kapısına savaş açmış kişiye
ashab olanı sakın benzetme efendime
 
muaviye hazretse oğlu imamınızdır
hüseynin  kesik başı bizim imanımızdır
evlere şehirlere kapılardan gireriz
alinin yolu beyt-i resulullahımızdır!

ey çoğunluk,
azalın!
azalın siz çoğaldıkça
emevileşiyorsunuz
elinizde olsa
herkesi cehenneme doldurursunuz
çünkü cennetiniz kalbiniz kadar küçük
aklınıza bir kalp uydurmuşsunuz
oysa vardır her kalbin içinde aklı
imanın tapusu avucunuzda
ey yolları kalplere rapteden haklı
sevaplar da güzel suçlarımız da…
 
dünya kendi etrafında dönen kerbeladır
yezid her “ben!” diyene hem vekil vükeladır
muaviye şamda, hasan el-valide vali
hüseynin gözleri bal, murtezanın eladır

ey çoğunluk,
azalın!
azalın siz çoğaldıkça
zaptiyeleşiyorsunuz
allahı kaydınıza geçirmek için ne de çok uğraşıyorsunuz
peygamber
işportanız olmuş
hadisler alıp hadisler satıyorsunuz
kitap
yardakçınız olmuş
ayetleri yorumlarken yeniden yazıyorsunuz
meyhanelerin de vardır bir allahı ey
cemlerin sazı secdelerin alnıdır
ne sakinin sunduğu bade harama
ne zemzemin dolduğu bardak helale
ağzımız diyorum sayın müslüman
kalbimize açılmazsa gider hebaya

çölden sonra zahiri aldılar elimizden
hak hala bizimledir sürer garibimizden
krallar ve devletler anlamaz sözümüzden
çün zalime dönmeyiz ehl-i sünnetimizden

ey çoğunluk,
azalın!
azalın siz çoğaldıkça
mülklüleşiyorşunuz!
şol dünya suları bütün tahtınız olsun
sularınız çekilir akıttığınız kandan
allah korusun bir yıkılırsa kabeniz
merak ediyorum hangi tarafa döneceksiniz
kabesi kalp olmayan her daim secdesizdir
kalbe duran secdesiz varır durur allaha
siz insanı atlayıp ona islam dediniz
bizim islam kalbimiz secde durur insana

sıddık üryan kalmıştı oysa bütün allaha
ali yoksul gelmişti yoksul gitti ervaha
resul mülksüz kavuştu tek varlığı mevlaya
kenz ahrete doğrudur infak sonlu dünyaya


ey çoğunluk,
azalın!
azalın siz çoğaldıkça
gurbetsizleşiyorsunuz
daha bin yıl burada kalacak gibi yiyorsunuz
garip olun garip kalın garip ölün garip
garip geldi bu ve de gidecek hep garip
o ispata yeltenen muhafız kimliğiniz
görmediği allaha nasıl eder biadı
siz allahın ismiyle kuranı çiğnediniz
yıldızlara ulaştı fatma anne feryadı

alper şiir söyledi, ezelin yaşıyladır
acısı resulüne atılan taşıyladır
alisinin sırtında hançerin başıyladır
hasanına sunulan ağulu aşıyladır
gözleri hüseynine bitmeyen yaşıyladır
evlad-ı kerbelayız biz susmayız zalime
başımız feda olsun alemlerin rabbine



Alper Gencer, Muharrem / 10
İzdiham

ALİ EMRE'DEN ULUDERE İÇİN AĞIT

ACININ KANDİLİ
                                                         Uludere için...
Bu şarkıya biz bulaştırmadık bu kanı, suyun başını biz tutmadık
Daha dün Dersim’de kırılmıştı kolumuz kanadımız
Daha dün Palu’da sehpadaydık a canlar
Diyarbakır’da dizildik kurşuna daha dün
Daha dün Erciş’te sokakta kaldık
Tir tir titrerken avuçlarımız, avurtlarımız
Çadırlarda yandık Van’da
Daha dün Gazze’ye selam yollamıştık
Daha dün birlikte tutuşmuştuk Ortadoğu’da
Daha dün açılım davulu çalınmıştı, şimdi bu nasıl bomba
Bu nasıl bir zulüm, nasıl bir alçaklık
Daha yeni geliyorduk ölmekten eğnimizde Kürtçe ağıtlar
Bu nasıl bir karşılama, öyle yezitlik boydan boya
***
Bu dağlar öyle baştanbaşa kınalı, çehrelerde hep hüzün
Elimizde mazot kokusu, soframızda taş, safımızda yas
Birazcık kaçak tütün, kaçak bakışlar, silme çaresizlik
Kadınlarımızın çığlığında hep acılı bir kuyu
Daha çocukken alıp gitmişler
Evimizde büyüyenler bizden uykuyu
Ah! Ne tarafa dönsek kemikleri batıyor bize yeryüzünün
Kiminle şöyle candan kardeşlik etsek
Bir kuyudan çıkarıp öbürüne salıyor yusufumuzu
***
Oysa biz korku ve titremeyi, huşuyu, duayı ve besmeleyi
Kierkegaard’dan öğrenmedik
Yanık yüzlü binlerce ibrahim gezinir türkülerimizde
Kızlarımız ölümüne doğurur
Ve ayakları karlara değer değmez
Körpe oğullarımız
Kanlar içinde uyanır
Alnının terini silemeden daha, yıldızlarla söyleşmeden
Uzanıp kalır okunaksız bir kitabe gibi
Murdar sunakların, sabah haberlerinin, zılgıtların içinde
Babamız yakup nerde a canlar
Onun evreni sağaltan gözleri nerde kandili nerde
***
Dağın ardını gösteriyorlar işte bize, karanlığı, kör bıçağın sırtını
Halayın sonunu sofranın artığını zemherinin ayazını
Bu nasıl bir cennet düşü a canlar cehennemi bir tek bize
İblis oyunları bize, yasağı bize, dilsizliği bize
Zehirli gözleri, ağulu sözleri bize
Copu bize, tankı topu bize, tel örgüsü bize
Dipçiği bize, küfrü bize, süngüsü bize
Bu nasıl bir masaldır a canlar hep böyle tabutlukta biter
Bir yanda Kabil, Golyat tutmuş diğer yanı
Üç elma yerine bomba düşer, ateş yağar evimize
Kandilimize kim üfler
Kim öper gözlerimizi
Üstümüzü kim örter
Hangi kirli el
Kovuyor peş peşe gökyüzünden, şarkımızla uyanan yıldızları
***
- Ölüyoruz işte a canlar, sesimizi duyan var mı?
ALİ EMRE
Tasfiye Dergisi

Kitab-ı kainat...

Kitab-ı kainat esrar-ı hikmetle lebalebdir
Şikayet cehlden feryad bi-idrakliktendir.
                                     Nabi

dört kitabı okusan...

Dört kitabı okusan yine bilmiş olamazsın
Benim canım madem ki ademden bi-habersin
                              İbrahim Efendi


5 Ocak 2012 Perşembe

Kınaman ağalar yâr delisiyim...

İçdim aşk meyini oldum dîvâne
Kınaman ağalar yâr delisiyim
Yandı gönlüm yandı bir nevcüvâne
Sönmez yüreğimde nâr delisiyim

Düştüm sahralara ağlamak kârım
Mecnûn gibi ben Leylâ'mı ararım
Kalmadı tahammül yoktur karârım
Başladım efgâna zâr delisiyim

Derdi olmayana derdim açmazam
Câhil meydânında gevher saçmazam
Öldürseler bir telinden geçmezem
Nâmûs ile gayret âr delisiyim

Düştüm bir goncanın intizârına
Bülbül gibi arzum dost gülzârına
Hak'tan destûr aldım aşk pazarına
Üstâd meydânında kâr delisiyim

Sıdkı der eyledim bu yolda ikrâr
Her cân bilmez nedir bendeki esrâr
Gönül vaz mı gelir etseler berdâr
Şimdi Mansûr gibi dâr delisiyim
                              SIDKÎ BABA

Arı sırrı Ali sırrı...

Şeriat şehrinde Ahmed-i Muhtar
Ol cemâlullahı görene yâ Hû
Tarîkat postunda Hazret-i Hünkâr
Eşiğine yüzler sürene yâ Hû

Mârifet kitâbı gönülde sırdır
Hakîkate vâsıl olanlar erdir
Ahad Ahmed Ali mânâsı birdir
Bu çarhı devrânı kurana yâ Hû

Bir yere cem' oldu kırklar yediler
Kudret peteğinden lokma yediler
Arı sırrı Ali sırrı dediler
Esrâr-ı Mevlâ'ya erene yâ Hû

Lezzet aldın ise savm u salâttan
Biat et mürşide vaz gel inattan
Çekegör elini Lât u Menât'tan
Gönül putlarını kırana yâ Hû

Eriş bir mürşide eyleyip cehdi
Sâdık ol kavlinde bozma gel ahdi
Ay gibi âşikâr Muhammed Mehdî
Aklını başına derene yâ Hû

Yazıldı tarihler bin üç yüz kırktır
Dinimiz kuvvetli şekkimiz yoktur
Yüz yigirmi dört bin peygamber haktır
İkrâr kapısından girene yâ Hû

Sıdkıyâ sıdkile eyleyip îmân
Evlâd-ı Resûl'den tutmuşuz dâmân
Tevrât Zebûr İncîl âyet-i Kur'ân
Asâ'yı Musa'ya verene yâ Hû
                          SIDKÎ BABA
(Mustafa Tatçı Hoca'ya hürmetle)

Gören de görünen de cümle nûrullâh'dır Cânâ...

Bu âlem kim görürsün bir tecelligâh'tır cânâ
Kimi âkil kimi mecnûn kimi âğâhtır cânâ

Kimi zâlim kimi mazlum kimi fâsık kimi ma'sûm
Kimi âbid kimi zâhid Kimi gümrâhtır cânâ

Kimi âlim kimi câhil Kimisi mürşid-ı kâmil
Kimi müflis kimi sadr-ı ulüvv-ü câhtır Cânâ

Şu'unât-ı ilâhi'dir bu ef'âl-ı tenevvü' hep
Her eşyâ bir tecelli mazhar-ı b-illâhdır cânâ

Münezzeh cümle eşyâdan aceb sırr-ı hafidir bu
Görünen her merâyâ'dan yine ol Şâh'dır Cânâ

Bu kıyl ü kâl u bu kesret oluptur perde-ı vahdet
Görünen perdeden yine Cemâl-ullâh'dır cânâ

Gören kimdir görünen kim bu vahdethâne'de Hilmî
Gören de görünen de cümle nûrullâh'dır Cânâ

                                                    Hilmi Dedebaba 
agah:haberdar,basiretli
şuunat:haller
efal:fiiller,ameller
tenevvü:çeşitlenmek
meraya:aynalar

Alem ki...

Alem ki tamamı nüsha-i hikmettir
Meanisin fehmeyleyene cennettir.
                                      Nabi

2 Ocak 2012 Pazartesi

lutf ede meğer...

bin türlü maraz etse isâbet zarar etmez
lutf ede meğer merg-i müfâcâ-yı zamâne

~~Nef'i~~