"yaralarım aşktandır"
Füruğ

30 Eylül 2011 Cuma

Ali Emre'den genç işi bir şiir..

Genç İşi
ağustoslardan, aralık kapılardan korktum.
dibini görmediğim sudan
can çekişen közden
titreyen dudaktan
okunaksız alından
korktum.
aklımda gezinen kötü cinleri
meryem’in elini tutarak kovdum.

çocuklar oyuncaklar yalanlar uyurken
ağlamaya alıştırdım kendimi.
babam gibi
güçlü olamadım ne yapsam
öyle hem yazgıya
hem de iradeye inanan bir adam…

endişenin soğuk iskelesinde sabahlamış
güzel bir mümin gibi
uyanan biri
neden yok.
neden daima kötü ve dokunaklı
kendini habire aldatıp
hatalı teşbihlerin üstüne kapaklanan
her öznenin şiiri.

daha da kötüsü ben asla bilemedim
neye yabancıydım ve kim için
ne kadar yerli…
hiçbir gün
sağ salim geçemedim kendi ülkemi.
o yüzden
ne çok çağırdım ah ne çok
annemi şiire, şiire annemi.

meryem yok. merhem yok. müphem!..
kırk yıldır geçmedi üşüme
artık ölümü düşünmek bile
fazla genç işi

Ali Emre

Ali Emre'den bir güzel gazel

KANAMALI GAZEL
                                                                   -Turgut Uyar’ı anarak-

Zordur kırkı devirince birini unutmak; eski yaralar, hatıralar kanar.
İçimizde çok bekleyen çocuklar, kocalarına kapanmış kadınlar kanar.

Ben bu temmuz göğüne laf anlatamadım sen de elimi bırakırsan
Göğ ekinken biçilen oğlanlar, dünyanın üstünü örten kızlar kanar

Devlet yine okuldan kovar bizi, cahiller kitabı şenlenir birdenbire
Ekşimiş savaşlar, bitlenmiş eşkıyalar, mayın döşenmiş yollar kanar

Sen bir kere bu allahsız dünyanın ortasında öpmüştün ya beni
Bunu bir daha yaparsan dipçikle güzelleşen yurtlar, koğuşlar kanar

Evimize sırnaşan, üstümüzde uyuyakalan bu medyayı tersle bir bak
Ortadoğu karışır, amerika celallenir, intihara yatkın dullar kanar

Biz kaybetmekle meşhuruz ya küllerimizi maalouf toplar artık
Firdevsi telaşlanır, nefi’nin dili tutulur; nice cönkler, divanlar kanar

Bir maden işçisine, evde kalmış bir kıza,  bir hamala kaside sunsak                                     
Mozart manyağı ödlek krallar, haremde uğunan padişahlar kanar

Milenyum içinde bir aşkar şaha kalkar, yenimden tutunca sen
Lastik yakan çocuklar, f tipi zindanlar, dâra çekilen canlar kanar

Bir heves edip ayaklansak yetmiş milyon düşsek aşk ile yollara
Piyasa boncuklar elbet, kışlalar ürker, dılo dılo yaylalar kanar

Ali dalsa şimdi bu puştlar meydanına üç kulhü bir elham ile sevgili
Kılıç kalkanlar kanar. Kavuklar kaftanlar kanar. Kahramanlar kanar.

Ali Emre

Ali Emre ile imgeye abanmadan 80'li yıllar...


80'lerde İstanbul'da
Bir de küt bir ağaç vardı önünde unutkan bir dut ağacı
Bayılmıştım açlıktan lokantada, cezayir miydi fas mı
Üç günde bir akıyordu o zaman sular istanbul’da
Üç kişiden biri ya şairdi ya polis ya da amerikan ajanı
Her darbede bir arbede çıkar ve derbeder çocuklar
Kantinlerde bıyık burar evlerde devletler kurarlardı
- “Ah evet biliyorum tatlım demode lakırdılar bunlar!”
Vakit yoktu bakışmaya çekirdek satıyordum akşamları
Düşünce kolum kırılmıştı gece kaçak giriyordum yurda
Anamın gözyaşları birikir tombul bir mektuptan ağardı
Üç günde bir bayılıyordum ve edip cansever sağdı
Dişleri bembeyaz bir ispanyol vardı bir de beyoğlu’nda
 – Babam ve oğlum’u kırk kere izleyen kaç kişi var?
Akşamları üstümüze hep bir kenan evren sıçrardı

O dut ağacı kurudu, çernobil patladı çünkü az sonra
Çaylar ucuzladı birden yurtta, müdürün pos bıyıkları
Uzadı kış uzadı fındık dağıttılar bize hem de bedava
Ahmet kaya dinliyorduk, üç günde bir gidiyorduk okula
Waldo’yu arıyorduk zor konuşuyordu ismet özel
Dikkatim dağılıyordu ikide bir yoksulluktan beyazıt’ta
Bir kitap çalmıştım bir kez sahaflardan, elim dardı
Beşiktaş’ta almıştım soluğu, yurda gündüz sokmazlardı
- Konuşurken niye yüzümüze bakmıyorsun ali ya?
Utangaçtım,  kızlarla konuşurken yüzüm kızarırdı
Edip cansever gitti dediler zarifoğlu aramızdan ayrıldı
Eylemden geliyordum cop hiç işlemiyordu yaralarıma

Günahı yoktu istanbul’un, çernobil’i iplemiyordu kızlar
Ütü yapmayı bilmiyordum daha salavat getirmeyi
Çay iyiydi de zamanla dokunmaya başladı fındıklar
Deli gibi fransızca çalışıyordum sökmek için baudelaire’i
Ağzıma tütünden başka bir şey sürmemiştim yani
Üç günde bir, tek ayak üstünde sorup duruyordu hocalar
- Hani abesle muktebes, ne yaptın kulak için kafiyeyi
Ortaköy hesap soruyordu, bana bakıp kikirdiyordu kızlar
- “Paris” hocam, “dünyanın en berbat batakhanesi”
Ne les fleurs du mal  dinliyor acı ne savaş ritimleri
Amerikan bilardosuyla penguen de sadece bizde var


Ha bir de turgut nereden koşuyor diye sormuştu çölaşan
Emin değilim ama imgeye de çok abanmıştı  80’li yıllar

13 Eylül 2011 Salı

Sokak

Beyazlıkların çocuğu,
geceleri dar sokaklarda yürüyen,
omuzlarını tahta kapılara yaslayan çocuk,
serin örtü,
dalgın tabut,
sırtında ayın yükünü duyan çocuk,

güneşin arkasında binlerce güneş vardı daha.

Bunu niye unuttun mahzun serçem,
çıngırakların sesini niye duydun,
niye gözler iliştirdin yüreğine,
damlara, bacalara niye baktın?

ülkü tamer
-ölüm seçen çocuklar-

12 Eylül 2011 Pazartesi

İnsan her şeyin az öncesidir...

AZ ÖNCE

Boşluğa söylerim ben sözümü
Hava yutar onu
Kuşlar geçer ötesinden berisinden
Yılan sezer
Akrep duyar
Kurt bilir
İnsan her şeyin az öncesidir

Boşluklar olmasa kimse ulaşamaz
Kavuşmuşsak vardığımız kendimizdir
Bağrına yakın olana hasret duyar insan
Bir erkek bir kadının az öncesidir

Ruhun da cam kenarı var
Dinç olan açar
Yorgun olan çeker perdeleri
Hiç fark etmez uzak ya da yakın
Her yol ölümden az öncesidir

Mustafa Aydoğan
(Edebiyat Ortamı, Eylül-Ekim 2010)

9 Eylül 2011 Cuma

Abdüssamed Bilgili'den bir şiir:Ben halkıma bakınca eski bir şarkıyı anımsarım.

Ben Halkıma Bakınca
I.
Ben halkıma bakınca ietete camından
Bir sinek vızılca kıyamet turfanda toplar
Muavinin ileri görüşlülüğü anayasaya uygundur
Çağdaştır, laiktir, demokrattır başka bir boktur
Şimdi ben böyle söyledim diye bana alınananız çoktur!

II.
Ben halkıma bakınca halkım sokaklarda halı
Yıkamanın yasaklığını ama yine de bir tofaşın yıkanabileceğini
Düşünürler günde beş vakit rızık verdiği için sevdiklerini
Akşamları babaların gelip çocuklara Ülker getirmeyi unutmama şarkılarını
Sonra daha neler neler yazmaktan gelmenin yorgunluğunu
Küçücük çocukların taştan atlar önünde, kara tahtalara kara ezberler tükürüp
Aferin Ali, alnımızdan bilgilerle, hem türküm hem çalışkan
Vatan soymak için bundan bundan daha gerekli bir foto roman
Yetmişlerden kalma, seksenlerden kalma postallar
Doksanların çocuklarına aptalmışsın bakışlar
Hem ikibinlerin milenyum kadınları, hem avon ürünlerinin
Satışında yaşanan patlama, kaç masumun öldüğü bilinmeyen bir vadi
Yirmi bir yıl aralıksız yaşamış olmanın verdiği tecrübeyle
Ben halkıma bakınca işte böyle
Gözlüklerimi evde unutuyorum.
III.
Ben halkıma bakınca camdan sabahtan ahşaptan
Omurgasını kuramıyor sabah iş vakitlerine
Yola madem diyor ne için çıkmıştık İsmet Özel
Yüzüm asık geri dönerim hanımın yanına dönerim
Şöyle soğuk bir ayran isterim, tansiyon ilacımı içerim
Gömleğimin yakasını gevşetirim derin nefes alırım
Mutfakta kumanya derin nefes alır odasında genç kız
Oğlum işten döner halkın nazarında bir göz
Önüne bağdaş kurulmuş bir sofra kurulur
Ben halkıma bakarım halkım hala ekranları başındadır
Bir profesör de göbeğini taşır.
IV.
Ben halkıma bakınca halkım bana söylenir
Fransız ayininden beri geri kaldık denir
Bir ekmek bir şarap bir et bir kan
Kiliseye uğrayan çekirdek aile
Kızlarının toplanmış eteklerine
Bakarım ben halkıma işte böyle!
V.
Ben halkıma bakınca nasıl desem ki
Ağzım bozulur nevrim döner midem bulanır
Piçleri dolar gözlerime üniversite ırkının
Saat kaçta hangi durakta beklerim sevgilim gelmez
Sigara içen dilenciye camel verir jeton satın alırım
Osmanlıca’dan kalırım harf inkilabı başıma patlar
Ok atışları yaparım halkı tuttururum
Milli piyango oynarım umut satın alırım
Ben halkıma bakınca eski bir şarkıyı anımsarım.
VI.
Ben halkıma bakınca amfilere bir ıslık dolar
Bilim adına adamların yalanlar tüttürürüm
O kız acemi elleriyle bir sigara katleder
Kominist dostları hesap kesim tarihi affeder
İslamcı kardeşleri devlet fikri alt eder
Kemalistler durmadan bir putu ilah eder
Nurcu abiler gelir sohbete kaset gider
Ülkücüler durmadan bir yokuşu kaybeder
Ben halkıma bakınca destanlarım kitabelerim
At  teknolojisi bana pahalıya patlar
Bir ayağım yerdedir bir başım göktanrı
Bunun hesabını kime sormalı?
VII.
Ben halkıma bakınca tanrım şöyle görüyorum:
Adınla uyanan bir yalandır şehir.

Abdüssamed Bilgili
Serseri 18
(izdiham.com'dan alıntılanmıştır,hakkınızı helal edin)

Genç şair Kahraman Ç. insanı soruyor...

Gölge


kara kamyonların üstünde

bir “aşk ve gurur”, bir “karamozov kardeşler” sahafta
bir sebzeli börek bir küçük portakal suyu ediyor

bisküvi kutusu apartmanların altında

2003 mü 2004 mü

gölgeleriyle insan, insan

diri mi ölü mü?

Kahraman Çayırlı

7 Eylül 2011 Çarşamba

Şah oldur kim kulluğun etti senin...

Fatih'in oğlu Yıldırım Bayezit Han'ın (Adli) müthiş münacatı

Huda ya! Hüdâlık sana yaraşur.
Nitekim gedalık bana yaraşur.
Çü sensin, penahı cihan halkının.
Kamudan sana iltica yaraşur.
Şah oldur kim, kulluğun etti senin.
Kulluğun olmayan şah geda yaraşur.
Şu baş kim sana secde eylemeye,
Şah ise zirupa yaraşur.
Şu dil kim, mârizi gamındır senin.
Ana zikrin ile şifa yaraşur.
Gerçi kim isyanımız çok durur,
Sözümüz yine Rabbena yaraşur.
Ben ettim anı kim bana yaraşur.
Sen eyle anı kim sana yaraşur.
Şu gündeki hiç çaresi kalmaya
Ana çaresi Mustafa yaraşur.”

Açıklama: Ya Rabbi! Âlemin sultanlığı sana yakışır. Nitekim kapında dilencilik bana yakışır. Şüphesiz âlemin koruyucusu sensin. Herkesin sana sığınması vaciptir. Sana kulluk eden hakikaten padişahtır. Kulun olmayan şah cezaya layıktır. Sana secde etmeyen baş nankörlük etmiştir, eğer şah ise ayaklar altında sürünmeyi hak etmiştir. Günahlar yüzünden hasta olan gönül ancak senin zikrinle şifa bulur. Günahlarımız için bize lazım olan sana yalvarmaktır. Esas davamız “aman Rabbimiz” diye ağlamaktır. Nefsime zulmedip yüzümü kara eyledim. Ağartmaya senden başka çare bulamadım. Naçarları kurtarmak için yarattığın has kulunu, âlemlere Rahmet olan Resulünü bizlere imdatçı kıl.”

6 Eylül 2011 Salı

Kendimi arıyorum meşgul çalıyor...

Ulu -orta/İbrahim Tenekeci

I
düşen bir yaprağa bağladım hayatımı
olsun artık diyorum ne olacaksa
paralı bir asker miyim neyim
ekleyip duruyorum sabahları akşamlara
ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor
gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta
aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim
nasıl bir dostluk ki bu, hem kadim
hem de mayhoş elma tadında.
sorma,
elim kırılsın bir daha
dokunursam güneşe.
II
kendimi de koysam ayağımın altına
yine de yetişemiyorum ey aşk,
omzunun hizasına.
çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu
ve ayağını kaldırıyor dünya, konuşurken benimle.
budanan oğullar gibiyim sessiz ve narin
nereye konsam geri sayım başlıyor
kurcalıyor beni bir çırağın elleri
ah, unufak olsam ve desem ki
ağzın tat görmesin hayat
kandırdın beni.
sorma,
üstü açık araba
dünya dediğin.
III
kılpayı kaçırılmış bir şeyin
bıraktığı ardında
neyse oyum ben.
yaralı serçe, benim için dua et:
gök bir kayalık gibi şimdi üstümde
dr şükrü öncüoğlu’ndan üç ayda bir reçete.
sorma,
yangın sönseydi suyla
denizler her akşam böyle yanmazdı.
IV
acıyan bir şeyim ben buradan çok uzaklarda,
ve koskocaman bir hansın sen uğraşma bu çocukla
çünkü nasıl bir şey biliyorum itin taştan korkması
bir yastık arıyorum kuş seslerinden
mühim değil sonrası.
sorma,
siliniyor her şey, hatta uçurtma
takılıp kalıyor göğe.
V
yakar top oynayan melekler gördüm güneşle
ve büyük çiftçiler, dağları biçen
yolundaydı her şey ben bile yolundaydım
ama
kıyıya vardığımda kendimi unuttuğumu anladım
karşı kıyıda.
sorma,
kaldım altında
devirince kitabı.
VI
şiirler söyledim belki duyarsın diye
çığlığıydım içinde dilsiz bir şehzadenin
sana seslendim durdum bu küçük odadan
acımı duy, sensin pusulam benim
ki dünya
silinmiş bir harita
gibi yabancı bana.
sorma
usulca uzandığında
bir ceset oluyorsun öpüldükçe şımaran.

İbrahim Tenekeci

Süleyman Çobanoğlu:bir şahmaran uyurdu sevgilim deyişinde..

Gün Kavuşsun Diyerek

Gün kavuşsun diyerek diniyormuş, anladık
yüzümüze ham güller bulaştıran sonbahar
ne de ince yaralı, ne çapkınca ayrıldık:
suda bir kalem gibi kırdı bizi intihar!

Ah neyi diriltirdi avucunu hohlayışın,
neleri kıracaktın süt kesiği dişinde!
Bulurdu beni oysa ıpıssız ağlayışın,
bir şahmeran uyurdu sevgilim deyişinde...

Yaşamak böyle soğuk ve böyle çürümüşken
yetmiyor aynaların fısıldadığı masal!
Gel, omzuna abanmış yaralarla övüngen,
gel içimde biriken encamını geri al!

Bir ak dalga geçseydi bu kırmızı limandan,
-yeşil sular üstünde seni getiren gemi-
mor ipekler çekerdim ay'la senin arandan,
gümüşlerle sarardım kırılgan ellerini;

Benim bir tek ölümüm yetseydi çağırmaya
ey çaresiz bakışlı, ey zıpkın gözlü, seni! 

Süleyman Çobanoğlu

Osman Konuk'tan bir şiir:penye ve hakikat

Penye ve Hakikat
iyiydik. penyelere inanıyorduk
doğum günü şarkılarına, pastalara ve mumu üfleyen kişiye
iy ki doğmuş olmanın neşeli gerekliliğine
kimyaya, ölçü ve tartı aletlerine inanıyorduk
adı fatma, fatma'ya hemen inanıyorduk
sergio leona'ya, elektrik enerjisine
adı ali, ali'ye niçin inanmayalım

iyiydik
ikinci tokatları kültürel fark kuramıyla açıklıyorduk
birincisi doğaçlamaydı zaten
üçüncü tokat ama insan haklarına aykırı
insan haklarına inanıyorduk
john locke'a ve john wayne'e
bir yerden bir yere gitmeye inanıyorduk
montlara, pamuk tarlalarına, virginia tütününe

ölülerin yönetimindeki dirilerin savaşına
ama en çok penyelere
"lili marlen şarkısı ne kederlidir"
aldık, kabul ettik; çok kederlidir
buralarda bir yerdeydi, ona da inanıyorduk
her neydiyse zaten şüphe yok inanmamıza
el kameralarına, merhamete… reno toros'a
nerdeyse iman edecektik üretimden kalkmasa

iyiydik
penyelere inanıyorduk. monogamiye ve sürprizlere
sürpriz diyen bir ağzın kibirli büzülüşüne
bikini adasına ve bahçıvan pantolonlara
kremlere ve troçki'nin dürüst biri olduğuna nedense
kiraz zamanına, tanpınar' a
istanbul dünya başkentidir cümlesine ve kepekli pirince

kayıp kardeşlere, ölü dillere, mühendislere
kayıp kardeş fikrinde kulağa hoş gelen bir şey yok mu
jodie foster'a ; hep beraber
elmalılı tefsirine, bir kısmımız
çok azımız karabaş tecvidine

terlemeye, rutubete, madonna'ya
vatan değerli bir arsadır, millî emlakçılara
devlet demiryollarına ve halkın karayollarına
çift güllü yasin kitaplarına
mor beyaz afyon çiçeklerine değil ama
bir daha: çift güllü yasin kitaplarına

kendine iyi bak dileklerine; görüşürüz
niye görüşeceksek
şadırvanlara, antik dünyaya; roma ve üç kıtaya
sözleşmelere ve sosyal sigortalara
yerlere tükürmemeye
-göklere tükürebilirsiniz-
israiloğulları israilkızlarını öldürürken
iyiydik, penyelere inanıyorduk

Osman Konuk