"yaralarım aşktandır"
Füruğ

28 Kasım 2011 Pazartesi

Hüseyn’e ağlamayan henüz ağlamamıştır...


Büyük Kurban
 
sen varken ben günaha inanmadım hiç
olup biten şeyler var bir de feci pişmanım
kal yanımda çöl hala yağmur yağmasın
köprü koydum aşımız hep dinamit kokuyor
bu şehri ellerinle düzeltemezsin
kovan yasta kraliçe vefat etti az önce
çiçeklere bu durumu anlatamazsın
bir tren bir tünele girer sonra kaybolur
ellerin dert görmesin durma beni yağmala
durma beni yağmala çiçekler ümitlenir
sevgilim kaktüs kes çölün işi rast gitsin
ürkme akacak kandan hayat kılçığıyla yenir

sen varken billahi varamadım günaha
çok aradım çok aradım çok aradım çok
gökten Zülfikar yağsa yeryüzü temizlenir
beni nefsimden tutma susuzluğum geçiyor
sevgilim ağlamayı ben bu çölde öğrendim
çok ağladım çok ağladım çok ağladım çok

sevgilim bundan böyle günah falan yok
sen yoksun ben yokum onlar hele hiç yoklar
beni annem merhamete doğru doğurdu
Ali’yi gözlerine bakarak yenemezsin
çünkü Ali Zülfikar’ı düşmanın hep nefsine
hep nefsine doğru savurur ve saplardı
Hüseyn’e ağlamayan ağlamayı ne bilsin
keder büyür yokuş birden aşağıya dikleşir
merhamete dair ne varsa silikleşir
bir kervan çöle girer çöl birden derinleşir
ey gözümü göz yapanın dostu damadı
çok günah işledim belki seni göremem
seni görmek günahla ilişiksiz olmalı
ben Hüseyn’in başına kurban olurum
şahit kalır Zeynel olur güzel kardeşim
sonra senin alnın gider bin secdeyle kırılır
susuz kalan bir aslan fesheder bir ormanı
eli hançer tutan kendine sırt aranır
arkeolojik bir kuşkum bile yok;
dünyanın ilk gözyaşı Kerbela’ya akmıştır
 
Hüseyn’e ağlamayan henüz ağlamamıştır
Ali oğlu Hüseyn’in başını okşuyorken…
Ali güzel başını okşuyorken Hüseyn’in…
dedesi mütebessim öyle uzaktan…
Fatma’nne yaralı bir anne ceylan
Hasan tutmuş sıkıca kardeşinin elini
sevgilim… benimle birlikte ağlar mısın?
Alper Gencer
Muharrem / 10
Üsküdar

AH HÜSEYİN...


Mersiyye-i Kerbelâ

Bu mâtemde olan derd-ile hicrâne devâ olmaz,
Bu, feryâd-ı Hüseynî’dir, dahi uşşâk nevâ olmaz,

Hüseyn-ile Hasen’dir, ol Resûl’ün kurret’ül’ ayni,
Sevenler âl-ü evlâdı, eşiğinden cüdâ olmaz.

Tevellâsın, teberrâsın bilen uşşâka aşk-olsun,
Tarîkatte budur âyin, buna illâ ve lâ olmaz.

Hüseyn-i Kerbelâ’nın vâkîât-ı mâtem-engîzi,
Zebân ü hâme vü savt ü hurûf-ile edâ olmaz.

Fasîhâ, Nüh-felek yâkût u rummân-ile pür olsa,
O mihr-i âlemin bir katra kânına bahâ olmaz.

Fasih Ahmed Dede el-Mevlevî

Uşşak:Aşıklar
Kurret’ül ayn: gözlerinin nuru
Teberra: Uzak durma. Sevmeyip yüz çevirme
Zeban: Dil, lisan
Hame:kalem
Savt:ses
Huruf:harfler
Nüh-felek:dokuz gök

25 Kasım 2011 Cuma

Cemâli zâhir olsa tez Celâl’i yakalar ânı...


Zehî kenz-î hafî ki ondan gelür her vâr olur peydâ
Kimi zulmet zuhûr eyler kimi envâr olur peydâ

Zehî deryâ-yı vahdet kim kesilmez her giz emvâcı
Bu kesret âlemi andan doğup nâçâr olur peydâ

Ne sihr-i bül-acebdir kim bu yüzden görünür ağyâr
O yüzden gayri yok tenhâ gelür dildâr olur peydâ

O yüzden görüben ağyâr döner şem’i Cemâl’inden
Felekler de görüp ânı döner edvâr olur peydâ

Taşınur günde yüz bin cân Âdem iklîmine her dem
Gelür yüz bin dahî andan bulur î’mâr olur peydâ

Dışın içe hayâlâtı için dışa zuhûrâtı
Birinden olbirine tuhfeler her bâr olur peydâ

O devr ile gelüptür Enbiyâ mürsel merâtibce
Gehî mü’min zuhûr eyler gehî küffâr olur peydâ

Tecelli eyledikçe ol serâ-yı sırr-ı ihfâde
Bu sûret âlemi içre satıp bâzâr olur peydâ

Anın zâtına gâyet, sun’una hergiz nihâyet yok
Anınçün her bir isminden gelir bir kâr olur peydâ

Tecellî eyler ol dâim Celâl ü geh Cemâl’inden
Birinin hâsılı cennet birinden nâr olur peydâ

Cemâli zâhir olsa tez Celâl’i yakalar ânı
Görürsün bir gül açılsa yanında hâr olur peydâ

Bu sırdandır ki bir kâmil zuhûr etse bu âlemde
Kimi ikrâr eder ânı kime inkâr olur peydâ

Velî ârif Celâl içre Cemâl’ini görür dâim
Bu hâristânın içinde ana gülzâr olur peydâ

Ne sırdır ki iki kimse nazar eyler bu ekvâne
Biri ancak görür dârı birer deyyâr olur peydâ

İçi ummân-ı vahdettir yüzü sahrâ-yı kesrettir
Yüzün gören görür ağyâr içinde yâr olur peydâ

Görür ol kenz-i mahfîden nice zâhir olur eşyâ
Bilir her nakş-i sûretten nice eşrâr olur peydâ

Alan lezzât-ı birlikten halâs olur ikilikten
Niyâzî kande baksa ol heman dîdâr olur peydâ

NİYAZİ MISRİ

Hafi:gizli,saklı
Emvac:dalgalar
Naçar:mecbur
Bül-aceb:şaşılacak şey
Dildar:sevgili
Tuhfe:hediye
Edvar:devirler,felekler
Eşrar:kötü şey,şerliler
Halas:kurtulma

21 Kasım 2011 Pazartesi

tir-i aşk..

Ahmed’in cânına zahm urdu ezelde tîr-i aşk
Bir avuç ten toprağıyla gizlenir mi yarası
Ahmed Paşa
tir-i aşk:aşk oku
zahm:yara,ceriha.

cihane gelmeden maksat...

yazılmış alnına her neyse fa'lin reddi na-kabil
hüner bu defter-i a'mal-i ömrü hoşça dürmektir

musaddaktır bu alem ta ezelden mühr-i hikmetle
cihane gelmeden maksat bu tatbikati görmektir.

neyzen tevfik (merhumun hikmetamiz bir tuhfe-i garrasıdır) 

15 Kasım 2011 Salı

hicap ile Rumî

der bağ hezâr şâhid-i mehrû bud
gulhâ ve benefşehâ-yi muşkin bû bud
v'an âb-i zerre zerre ki der cû bud
in cumle behâne bud ü Û hod Û bud

~~Rubailer 660~~

bağda binlerce ay yüzlü güzel vardı,
misk kokulu güller ve menekşeler vardı.
zerre zerre su ırmaktaydı.
bunların cümlesi bahâne idi.
O yine O'ydu, kendisiydi.

~~h.h.hatemi/ göğe giden kervanlar~~

4 Kasım 2011 Cuma

Bildiklerin terketmeyen beyt-i ‘irfâna giremez...

 Hak zâtının ‘âşıkları hûr-ı cennâtı dilemez
Mâsivâya meyl eyleyen dâ’im Hak ile olamaz

Cehd eyle dilden sür çıkar hep sivâ asnamlarını
Gayrıyı dilden sürmeyen Hak ‘aşkı ile dolamaz

Gel ‘aşk-ı Hak’la varlığın mahv et koma senden eser
Hep varını yoğ etmeyen dost ile vuslat bulamaz

Benliğini terk eyleyen ‘âşık erişir menzile
Sen ben diyen zâhid kalır maksûda hergiz eremez

 Hakk’ı dilersen zâhidâ ‘aşk ile olgıl âşinâ
‘Aşk ile bîgâne olan ağlar hemîşe gülemez

 Savm u salât u hac ile sanma ki sen bitti işin
‘İrfân-ı Hakk’a ermeyen mir‘ât-i kalbi silemez

 Mürşid elini tutmayan gönlün ana berkitmeyen
Bildiklerin terketmeyen beyt-i ‘irfâna giremez

 Bir pîre rabt eyle özün anlayasın tâ kend’özün
Kendi özünü bilmeyen Rabbi hakîkat bilemez

 Sıdk ile teslîm ol ana alsın seni versin sana
Kendi bilisiyle kişi bin bilse menzil alamaz

 Yolunda hâk eyle yüzün ayaklar altında ko kim
Ayağını baş etmeyen ‘ummân-ı ‘aşka dalamaz

 Zikr-i Hak ile dem-be-dem mir‘ât-i kalbe ver cilâ
Âyînesi sâf olmayan dostun cemâlin göremez

 El-fakru fahri sırrına fakr ü fenâyı kıl kabûl
Fakr-ı tâma erişmeyen sırr-ı Hudâ’yı duyamaz

 Mahvet sıfât-ı zâtını bulgıl fenâ-ender-fenâ
Mahv-ı mahz-ı zât olmayan Hak ile bakî kalamaz

 Seyyid, Niyâzî câmının nûş eyleyelden cur’âsın
Mestânedir dîvânedir ol dahi ‘akla gelmez

Seyyid
*Seyyid Kâsımzâde Seyyid Mehmed Emîn Efendi Niyazî-i Mısrî'nin önde gelen halifelerindendir. Bursa'daki çeşitli medreselerde görev yaptığı bilinmektedir. Şeyhinden aldığı icazetle Uludağ eteklerindeki kendi evinde Çarşamba akşamları Mısriyye usulünce âyin icra etmiş ve mürid yetiştirmiştir. 1131/1718 senesinde vefat eden Mehmed Emîn Efendi Yeniyer Kabristanı'na defnedilmiştir. Başta İsmail Hakkı Bursevî (ö. 1137/1724) olmak üzere döneminin meşhur sûfileriyle iyi ilişkileri olduğu nakledilen Seyyid Mehmed Baba "Seyyid" mahlasıyla şiir yazan bir şair olup, Mısrî'nin Vâridât'ı tarzında bir de Divân kaleme almıştır. Beliğ onun ilm-i tasavvufta ve rüya tabiri hususunda maharet sahibi olduğunu söylemektedir.