"yaralarım aşktandır"
Füruğ

29 Haziran 2011 Çarşamba

Kim ki aşıksa gözünden biline...

DÜŞELİ AŞKIN

Düşeli aşkın bu canım iline
Beni bıraktı bu halkın diline

Gözlerimden yaş ile kan akıtır
İlle yaşım dilemezem siline

Zira aktıkça gözümden kanlı yaş
Hoş tesellir gelir ben kuluna

Hoş yaraşır aşıka gözü yaşı
Kim ki aşıksa gözünden biline

Ben bu aşktan bir nefes ayrılmazam
Ger yüreğim şerha şerha diline

Aşk ile ben bir demimi vermezem
Aşksızın olan ömrün bin yılına

İsmi resmi Eşrefoğlu Rumi'nin
Kül olup savruldu aşkın yeline

Kalmadı nam u nişanı zerrece
Garka varup gitti aşkın seline

Eşrefoğlu Rumi

Sen beni sorma bana

AŞK BENİ

Aşk beni yağma kıluptur sen beni sorma bana
Ben beni bulımazım nite haber verem sana

Nuş ideliden ol harabat-ı muganın camını
Aklım esrük canım esrük ne sorarsan sır ana

Ol şarabı kim ben içtim farig-i peymaneyem
Sakisi ol baki nurdur cehd edüp eriş ana

Bu vücudum katresin bahre irürdüm mest olup
Bu kamu mevc-i deryadur direm önden sona

Suretim aşık veli içim dolu maşuk benim
Aşık u maşuk birdir hemen kalma tana

Gel bu birlik şerbetinden bir kadeh nuş eylegil
Bir bakıp bir göresin dağılmayasın dört yana

Ben bu birlik dediğim yokluktur anlarsan sözüm
İkilik bu varlığın komaz varasın aslına

Sen bu yokluktan kaçarsın bir işit yokluk nedir
Bir mücella ayinedir Dost yüzün görmekliğe

Eşrefoğlu Rumi ikilik defterin yaktı oda
Bir olup birlik bulup birle birliğe


Eşrefoğlu Rumi

21 Haziran 2011 Salı

Kapalı Çarşı

kendi yastıklarına gölge salmasın
çocuklarının öpüşleri onlara anlat
onlara anlat yağmur karşılıklı yağar
ruhların içindeki müzikle karşılıklı
Kapalı Çarşı içinde bir sigara
bir keman kılıfı senin saçlarına sürünen yağ
onlara anlat kadınların gözlerinin içinden geçer
Kapalı Çarşı ve Kapalı Çarşı’yı götüren saat

bir inci gerdanlık dumanları içinde kapkara
anlamağa başladığı ağır ve çekilmez kelimeler içinde dağ
senin resmin ince gerdanlığın siyah parlaklığı içinde ışıklı
ışıklı ışıksız yandan ve önden ışıksız arkadan ve içten ışıklı
onlara anlat ki insan kelimelerden ve şiirden yaratılmadı
tüyler içinde gelen yeni dünya
bir sandalye kadar hür olduğu gün
sen cuma gününün hürriyet kadar kutsal olduğunu onlara anlat

benim aynamı küçültüp büyülten onlar
benim aynamı aynalıktan çıkaran
kapalı çarşılar içinde fikre ve gerçeğe
neler neler etti anlarsın onlar
şemsiyeler gibi
felaketlerin en şakacısına açılıveren onlar
kendi yastıklarına düşmesin
dostlarının kadınları üstündeki gölgesi onlara anlat
kapalı çarşılar içinde
aslanların ağaç kabuğuna yazdığı şiir
Kapalı Çarşı içerisinde
açık ve keskin yumuşak ve güzel Kur'an sesleri
Kapalı Çarşı içinde kapalı rüya çarşıları
Kapalı Çarşı içinde öfke ve af çarşıları

Kapalı Çarşı’ya gittiğin zaman
bir yangın sonrasının gazetelerini okudun
bir gazete uzun ve kul olmuş bir gazeteydi Kapalı Çarşı
mavi gözlü bir gazete


Kapalı Çarşı içinde bulutların en senin olanı
sen bana kapalı çarşı
şüphesiz o kadar satılan ve alınanlar var ki
şüphesiz bir harita kırığı
bir yapma deniz parçasıyla kapalı Kapalı Çarşı

sen kapalı çarşılar üstüne yağmur yağanı
yağmurun iyi ve doğru yağmadığını onlara anlat

~~Sezai Karakoç~~

Zarı soyulmuş sırrın, insan çırılçıplak aşk...

ESMA-ÜL HÜSNA ŞİİRLERİ
SEMİ’

Sustum…

Kahrını gördüm sesime kovuldum
Lütfunu gördüm sesine koştum
Ne güzel gördün, kendimi gördüm
Ne güzel işittin, kainatını içime aldım
Ey dünya!  Haberin var mı… Benim bir Rabbim var…

İşittim…

Gel diyen sesini Davud’un sesinden
SEMİ’ ismini Muhammed’in
Akşamımda sen sabahımda sen
Kulaklarımda sen uzaklarımda sen
Kendine gel diyen sen, kendinden gel diyen sen
Neredesin sorusu, cehennemdir diyen sen…

Seni tanıdım aşka düştüm
Seni bildim aşkla kalktım
Seni işitince bütün sesleri işittim
İman ettim yıldızın gözümde batan ışığına
Ey nidasını içimden attım
Sen çağrımın içindeki ‘Ey’ din
Sen çağrımın çağrısındaki Ey.

Bismillahirrahmanirrahim,
Aczimden bir ses yapıp kulaklarıma tıkıyorum
Aczim de kırılıyor, aczime çarpan putum da
Kâsemde, tevbe ağacından koparılmış pişmanlığı Adem’in
Tur’dan indirilmiş huşu,
Kutsal Vadi’de tutuşturulmuş kalp,
Bir de suyun besmelesi dudağında Mekke’nin
Cebrail geldi gelecek
İndi inecek Ebu Kubeys’ten yükselen amin
Yıkayacak sokaklarımızı Hacer’in su diyen sesi
İsmail’in topuğu kalbimizde, zemzemdir sözlerimiz
Zarı soyulmuş sırrın, insan çırılçıplak aşk
Ferman buyurdu Sultan, aşk olunacak
Aşk olunacak eksiksiz bir oluşla aşk olunacak
Oluruz… eksiğimiz olmaz fazlamızdan başka
Ağlamaktır fazlamız, aşka dahildir, oturur ağlarız
Aşk olunacaktır, aşkta olunacaktır, aşık olunacaktır
Ferman budur, eksiğimiz olmaz fazlamızdan başka
Aşk olmaksa, aşık olur gideriz fermanın geldiği diyara

Erdal Çakır
(HU/Hece Yayınları/2011)

Ne öğrendiysem dünyadan unutmaya hazırım...


(ESMA-ÜL HÜSNA ŞİİRLERİNE DEVAM )
ĞAFFAR

Başım dumanlı…
Ne yapacağımı bilmiyorum
Ne yapsam… ne yapsam… yüreğimde soygun var
Irmaklarım huzursuz, ters akıyorum kendime
Hücumuna uğradım derisi yüzülmüş bir dünün çıplak etinde
Eyvah… yolların bitimindeki süvari ben miyim
Görünmüyorum eyvah… kıyametim unutuldu mu…

Güzel Rabbim, hangi yüzle yüzümü tutarım yüzüne
Hangi yüzüm gösterir yüzünün bağışını
ĞAFFAR isminden utanır, başımı düşürürüm gövdemden
Ne öğrendiysem dünyadan unutmaya hazırım
Beni, bütün şurasında ve burasında bağışla varlığımın
Eksik bir günah gibi hafifleyip kalbime döküleyim
Utancımın kırmızısı cehennem olmasın
Boğulmasın mahşere yürüyen hicabı suyumun.

Onarılmamış bir medeniyet gibiyim minarem yıkık
Huysuz bir segâh, ezanıma vuran sesi akşamın
Babil’de kurumuş su çağıltısı, Hacer’in gurbetindeki gurbet
Geylânî’ye affettirirsek bizi affeder misin Bağdat’ta
Mesela Gazze’de bombalanır mı günahlarımız
Ya Ğaffar başım dumanlı, bülbülüm kovuldu bağından.

Senin şanına bağışlamak yakışır
Benim acziyetime günah
İçime dolan rüzgârlar senin rüzgârlarındır
İçimi üşüten rüzgârlar senin
İbrahim’i yakmayan ateş senin ateşindir
Ebu Leheb’i yakacak ateş senin
Kovulmuş değil hiçbir kul Senin mülkünden
Mülkünden kovulmuş olan mülksüzdür mülkünde
Ateşin temizler bilirim de neden Nemrut’un yağında kavrulayım
Balkonunda keyif çatmak varken Arş’ı tutan selamın
Bağışına bağdaş kurmak cennetin ta orta yerinde
İsimlerinde beka bulmak ve yükselmek Bakî ismine
Varken bunlar neden gramerinden atılayım kulluğunun
Sen varken yakışır mı ateşine boy vermek.

Ey Ğaffar’ın da Rabbi olan Allahım,
Hücremdeyim, başımda tütsüsü sükutumun
Baktığım her yerden görünüyorsun da görünüyorum ben
Geldiğim her yerden geliyorsun da geliyorum ben
Seni seviyorum, eksik de olsam aciz de, yüreğim tam
Neyim saklı ki olduğu gibi ortadayım
Yine de sakla beni şanında sakladıklarınla
Seni seviyorum; seviyorum dediğim yerde kalayım.

Erdal Çakır
(HU/Hece Yayınları/2011)

20 Haziran 2011 Pazartesi

Aykırı Tarih Notları-1

Biz bülbül-i muhrik-i dem-i şekva-yı firâkız
Ateş kesilir geçse sabâ gülşenimizden.

II. Selim

(Ayrılığın şikayetinin yakıcı demlerinin adamlarıyız biz.
Sabah rüzgarı ateş kesilir,gülistanımızdan geçse.)

Yahya Kemal, II. Selim'in bu beyti için, "Selimiye kadar güzel bir şiir" demiştir.

17 Haziran 2011 Cuma

Ya Kayyûm

Kayyûm

Göğü direksiz görmek asla şaşırtmadı beni
Bütün sözlerin direksiz olduğunu farkettiğimden beri kalbimde.
Ne zaman bir sözden geri dönsem
İmanımdan bir harf düştüğünü görür ağlarım
Yeminimin sinemden koptuğunu, koparıldığını
Ağacın, taşın, toprağın ve güzelliğimin
Benden sefer ettiğini, yabana düştüğünü aşkın.

Gözlerimin taşrasında görünür yarin hayali
Tereddütlerimin kemendinden söküldüğüm yerde
Ters çevrilmiş bir gökkuşağının üstünden atlayarak geçerim
Ne ben değişirim ne de bir şey bende.
Değişmeyecek olan ve elbette olmayacak olan asla,
Rahman’ın gel diyen çağrısı; evvel ve ahir
Daha bitmemişken dalında beyazı çiçeğin
Çağrıldığım andan önce ve yerdeydim
Kaimiyetimin, ‘gel’ sesine aktığı yatakta
Ne olduğumun sorusuyla baş başa ve neye denk geldiğimin
Tir tir titreşirken cenini olduğum manada
İblis’in kafa konforuna akıl yetirecek halde değildim
Çok önceydim; evvel zamanda
Ağacımın köklerinin çürüdüğü içimin de evvelinde
Kâğıt üzerine düşürülmemiş heyecanlardan muaf
Şiirin kör kütük bir kendinden geçmişlik haline nispetle
Sözden feragat etmeyeceğim bilindi
Lugatımın insafından devşirilmiş birkaç damla mürekkep
Ve babacan gülümseyişi yeşil üzerine işlenmiş sabrımın
Usanmaksızın çekiştirip durulmaktaydı
Göğsümün, sılasından ayrı düşmüş ipeği.

Bülbülümün avazı gecikmiş olabilir
Uçmuş olabilir tüm masallarımdan
Konmadan ahengine bahçemizin
Ötmüş olabilir şaşırarak mevsimlerini
Kaim değil evet her şeyin nasibindeki hiçbir şey
Zevalin bir başka zevalle itildiği uçurum
Ancak ve ancak ol emrinden yapılır yıkık binası hayatın
KAYYUM isminde ikamet eder yaratılmış ve yaratılmakta olan
Ne çadırımızın sağlam kazığı
Ne tevekkülümüzün
Ne de alınteri ay ışığının
Nerede nerede sorusundan başka bir şey olamaz
Aradıkça kaybettiğimiz dipsiz kuyusunda yokluğun.

Erdal Çakır.

Hû/Hece Yayinlari/2011

Ya Hayy

Hayy

Ya HAYY,
Ya Hayy,
Ya Hayy,
Bismillahilhayy,
Bismillahirrahmanirrahim,
Aşkım mübarek olsun
Bayram sevinci gelsin kapımda dursun
İsminden bir gül koparayım, kainat gül olsun
Gülsün, gül sersin, gül dersin isminin anıldığı kalbe
Vakti toplasın, gülden bir kıyamet koparsın
Gül yürüyüşlü bir bülbül olsun
Selam olsun
Gülden yürüyelim Rabbe.

Bülbül, beş vakti açsın, gökleri davet etsin
Gül kokusundan bir rükû öpsün ikindisini alnımızın
Leyla da gelsin, çölünü de getirsin
Biz de öpelim ayak izlerini, mecnundan şan alsın dudaklarımız
Ya Hayy diyelim
Ellerimiz dirilip tutsun seherlerinden celâlini Rabbin
Haydi haydi gül kurutalım beş vaktine serip kulluğumuzun
Ey bülbülün avazından dökülen kutlu ses
Yüreğimi tut şöyle, evirip çevirme
Dökülmesin nefesi Rabbin
‘Evet’ dediğimden beri heyecanım pır pır güvercin
Bir gelin bohçası gibi taşırım mahşerini yüreğimin
Hayy deyince kalbim taşar, kul olur
Mekke’den başlayan bir mirac olur cemaline Rabbin
Efendim’in ayak izlerinde dinlenir yorgunluğu Kudüs’ün
Geleceğiz, gelinmedik yerden, gidilmedik diyardan
Şafağın dilinden baharlar besteleyerek ansızın
Mescid-i Aksa’nın minberinde gül hutbesi
Zeytindağı’nın kurtarılan kaderi, kaderinde Selahaddin’in
Biz geldik, Ya Hayy,
İsminin girmediği yer, kesik başıdır elimizde küfrün
Biz geldik, senden geldiğimiz gibi
Ferahlasın asrın yüreği
Ya Hayy,
Dualarla büyüsün yeni doğmuş çocuğun kaderi
Şurada acılı bir şehidin ruhu vurulmasın; her seferinde ve yeniden
Oh be desin, işte şimdi Rabbime arz edebilirim kanımı
Yerde kalmadım, elde kalmadım, yüzüm gözüm aydınlık
Gel ey zamanın efendisi, ellerin ne mübarek
Serhend’li Ahmed Faruk’un gönlünden bir Bağdat yapılır
Mevlana Halid’in tomurundan bin Hayyat Vehbi açılır
Aşk, İbrahim’in kalbine inşa edilen Hacer’dir
Ve kâbesi tavafın arzdan arş’a arzolunan
İşte yüreğim, işte aczim, işte ben
Aczimin Kudüs’üyüm ben, fetholunmamış şehrin
Fetih benim, haşir benim, çağ benim
İsminden ismime kurulan otağ benim.


Erdal Çakır.

Kitap: Hû /Hece Yayınları/ 2011

15 Haziran 2011 Çarşamba

İstanbul da gelsin...

SULTANA MEKTUPLAR    3

Gel artık
İstanbul da gelsin
Şerh düşsün martılar gözlerindeki neme
Nerede ağladığın ve el salladığın mavi hatıralar
Ay ince ve suskun, İstanbul suskun.

Her köşede beklemek seni, doğru mu bilmiyorum
İstanbul’a nereden dökülür seni taşıyan zaman
Sorularını kaybetmiş bir boşluktan zihnime akan kan
Durdurulamaz bir andır gecemi bıçaklayan.

Ah Sultanım, gel içime bir İstanbul yay
Kuş tüyü yastıklarda kocasın bu aşkın kırmızısı
Ağzımdan koparıp aldığın kelime bu, işte bu inan
Beni sarıp sarmalayan bir İstanbul çağrısı.

Erdal Çakır
(Hece Yayınları,2011)

Erdal Çakır'dan solo bir haykırış...

SULTANA MEKTUPLAR   2


Gel,
Bu aşk zamanın bendini yıkar
Alır götürür dudağı çatlamış ayazın kalbini
Yokluğuna kar yağıyor
Yokluğun kar beyaz bir yoksunluk odamda
Sensiz ve sessiz ağlarken melekler korosu
Ben solo bir haykırışım göğün hançeresinde.

Gel,
Bozuk bir cümle bu şehrin sokakları
Gölgesini güneşin arkasına saklamış gökdelenler
Şark vilayetlerine sürgün yemiş bir türkünün
Feryadını eksilten her söz lanetli.
Ağır ve titrek bir şiir geçiyor kentin ortasından kelimeleri yırtarak
Ve sen koşarak geliyorsun
Güzelliğin onarıyor bakışlardaki buğuyu
Bir darbede yıkıyorsun gecekondusunu kalplerin
Yıldızlar uykularıma yağıyor
Sen oluvererek göğün göğsündeki feryadım.

Erdal Çakır
(Hece Yayınları,2011)

GÖĞSÜMÜZDE GÜRLEYEN AĞRI...


SULTANA MEKTUPLAR  1


Ellerin yüreğin olmakta ellerimde
Bir sıcak öyküye yaslanır bu şehrin akşamları
Yarı yaşanmış gün ortasından
Kopardığımız bir andır göğsümüzde gürleyen ağrı.

Her kaçırdığın bakışında kendime yakalanıyorum
Utanıyorum ve saklıyorum ellerimi
Saklanıyorum senden, kendimden
İkindi sonrasından ve tevbemden.

Kaybettiğim her adres gönlüne çıkar
Ben hep kaybolduğum şehirlerde bulurum kendimi
Soruyorum toplayıp bütün sorularımı
Bu şehrin kalbi var mıdır senden başka.


Gidersem bir ince silüettir hatıraların kalbi
Gelmek gitmemektir derim
Gidememektir bakışının düşmediği yere
Geceye, gündüze ve güneşin doğduğu yere.

Erdal Çakır
(Hece Yayınları,2011)